Nedense Bir Şeyler Yanlış Hissettiriyor, Ait Hissetmiyorum: Peki Neden?

Yana Yana Karanlıkları Aydınlığa Çıkarma Serisi: Vol 1

Bir şey ne zaman ömür törpüsü gibi gelmeye başlar artık insana?

Aidiyet duygusunu hissedemediğini fark ettiğin an, ya da defalarca kez hissetmene rağmen çeşitli sebeplerle mecbur kalıp “alışırım” diye düşünerek bulunduğun çevre, ortamlar, şehir, ülke hatta gezegen bile insana dar gelmeye başlıyor bazen.

Peki ya bu sebepler nelerdi bizi ait olmadığımız ortamlara, mutlu olmadığımız şeyleri yapmaya iten? Acaba korkularımız ya da başkalarına verdiğimiz değeri kendimize veremememiz miydi?

Yer yer değersiz hissettik, önemsiz hissettik, suçlu hissettik ve belki de yük gibi geldik hayata insanlara. Ya da sadece onlar mıydı bize bunları hissettiren? Ve tüm bunlar belki hep başkalarının düşüncelerine kendi iç sesimizden daha fazla kulak vermemizdi.

Herkesi memnun edebilir miydik? Edebildik mi? Peki ya kendimizi?

En çok sevdiğin 3 şeyi say desem kaç kişi kendini dahil etmeyi unuturdu?

Kaç kişi şimdi sadece birileri için yaşamaya devam ediyor? Kaç kişi hayatına son vermenin her şeyi çözeceğini düşünse de korkusundan değil, kendine verdiği değerden de değil, sırf geride başkalarına yük, enkaz bırakmak istemediğinden yapamıyor?

Öyle çok buruk, yaralı, kırık yürekler var ki hayatta. İçindeki çocuğu herkesten sakınan, yalnız kaldığı zaman o çocuğun fısıltılarıyla sessizce ağlayan, çaresiz.. Çocukken hayalini kurduğu o oyuncak bebeği satın alabiliyor belki, ama hayat çok değişti artık.

Mutlu olmak mı zordu yoksa üzgün olmak mı kolaydı? Her şeyin geçici olduğunu, mutluluk ne kadar geçiciyse hüznün de geçici olduğunu, yaşadığı tüm bu sıkıntılardan bir gün elbet kurtulacağını, hiç olmazsa bir zaman sonra tüm bunların onu eskisi kadar etkilemeyeceğini bilirdi. Peki ama yine de o günden sonra tekrar eskisi gibi olabilir miydi, hayat yine aynı hissettirir miydi?

Gülüyorsun diye mutlu sanıyorlar ya hani. Çok gülenin çok derdi olurmuş.

Aşırılığın rahatsız etmeye başlıyor artık, soruyorlar “Ya sen niye böylesin!”

Çok gülen ama bir o kadar da çok takan, çok düşünen, çok yorgun. çok stresli, çok mutsuz, çok mutlu, çok affedici, çok kinli, çok heyecanlı, çok tepkisiz, çok görünür, çok hayalet gibi.

-Çok huzur?

-Huzur mu?

Onun çoğu ya da azı yok ya. Hepsinden çok var ama.. Huzur hariç her şeyimiz tam vesselam.

Oysa hayattaki en önemli şey huzur değil miydi?

Kişi hastaneye gider. Son zamanlarda yaşadıkları yetmiyormuş gibi bir de beklenmedik(?) sıkıntılar yaşamaya başlamıştır.

-Geçen gün kolumda yara çıktı, başım muazzam ağrıyor bir de dün bayıldım, geçen hafta da beyin kanaması geçirmiştim, ha bir de geceleri uyuyamıyorum, ha bir de bu aralar pek yemek vs. yiyemiyorum iştahım yok gitmiş. Ama çok uzaklarda olamaz herhalde değil mi doktor bey?…

Bir insanın kendine yaptığı kötülüğü kimse yapmaz gerçekten.

Tam bir şeyleri yoluna koydum “oh!” diyip bir arkana söyle yaslanıp ayaklarını uzatacağın anda hesapta olmayan o durumlar; beklenmeyen rahatsızlıklar, bitişler, kayıplar ve bir anda o saadetin dağılması.

Hayatın daha sen ayağa kalkamadan attığı tekmeler…

Öte yandan dünyan yıkıldığında dönmeye devam eden bir dünya, dünyalar ve nice hayatlar var. Sıcağı sıcağına buz gibi soğukta çıktığın o sokakta hızlı hızlı yürürken birileri de hayatının en mutlu gününü yaşıyor, hayalini kurduklarının sahibi. Hak etmiş, hak etmemiş, ama sahibi işte. Ne sorunsuzdur o hayatlar dışarıdan bakınca.

Ya gerçekten sorunsuz hayat var mıdır? Biri var böyle düşün, bir şey istiyor hemen önüne geliyor, yoksunluk, yoksulluk bilmez. Sahi var mıdır böyle? Sorunsuz var mıdır bilmem ama karıncanın da yükü kendine göre ağır.

Ama olur da o karınca taşı yerinden oynatmaya çalışırsa.. İşler o zaman değişir.

Şimdi o klişe ama gerçekliğinden saatlerce tavanı izleyebileceğiniz o cümleyi söyleyeceğim:

Aslında herkes dahidir. Ama siz kalkıp bir balığı ağaca tırmanma yeteneğine göre yargılarsanız, tüm hayatını aptal olduğuna inanarak geçirecektir.

Sahi ya, kaç tane balık var aramızda ağaca tırmanması beklenilen? Ağaca tırmanmaya zorlanan, ya da mecbur kalan?

Evet belki bir balık asla ağaca tırmanamayacaktır ama bir leopar ağaca tırmanabilir. Ama asla bir maymunun ağaca tırmanma performansını bekleyemezsiniz.

Bu yazı bunun üzerine olacak. Konunun da ne balıkla, ne ağaçla, leoparla ya da maymunla ilgisi yok…:)

Lafı daha fazla uzatmadan konuya girebilmenin geçici mutluluğu içindeyim..

Şimdi şu cümleye geri ama daha farklı bir versiyonla dönelim:

Sahi ya, kaç tane “leopar” var aramızda ağaca tırmanması beklenilen? Ağaca tırmanmaya zorlanan, ya da mecbur kalan?

Dünya düzeni çok iyi kurulmuş. Her şey tıkırında ilerliyor. Kim ya da kimler kurduysa gerçekten dahiyane buluyorum.

Öncelikle kimseyle kendinizi kıyaslamamalısınız. Çünkü bu gerçekten çok mantıksız olurdu. Elbette sizden daha şanslılar olacak, bazıları bir yerlere sizin verdiğiniz çabanın onda birini vermeden de gelecek. Siz kira öderken 12 evini kiraya veren biri de olacak, o 12 evin parasına malikanede oturan da, yani bunun sonu yok. Olay da bu değil zaten.

Ve elbette birileri daha iyi durumda olurken birileri daha kötü durumda olacak. Bu dünyada herkese ihtiyaç var, her iş kolundan her alandan her sektörden insana ihtiyacımız var.

Asıl olay ne biliyor musun? Herkese her zaman aynı muamele yapılmaya devam edilecek. İşte dünyanın düzeninden kasım buydu. Yani senin ailen dahil sana bundan bahsetmeyebilir, okullarda da zaten öğrenemezsin.

Peki nedir bu?: POTANSİYELİN.

Çevrende birisi illaki seni bir konuda yetenekli görecek ve “aaa sen bunda baya iyisin bundan devam etsene” diyecektir ama bu sadece sözde kalacaktır ve zamanı geldiği gün tarihin tozlu raflarından aralanıp “keşke”lere neden olacaktır.

Şimdi kendine sormanı istiyorum, sence sen POTANSİYELinin yüzde kaçını kullanabiliyorsun?

Ne mi diyorum? Bugün hayallerinden çok uzakta bir hayat yaşıyorsan,
Bugün bir şeylerin ters gittiğini anlamaya başladıysan,
Bugün yaptığın bu işte iyi olup olmamandan tamamen bağımsız olarak, -çünkü bir insanın bir şeyi iyi yapabilmesi o işi yapması işin tek başına hiçbir zaman yeterli olmayacaktır- kendine dürüst olduğunda bu işi gerçekten sevdiğini, senin bir tutkun bir parçan haline geldiğini, başka bir işe değişemeyeceğini, ya da dünyaya bir daha gelsen yine bunu seçeceğini düşünür müsün?

Cevabın hayır ise, böyle düşünenlerin yanında senin durumun ne olur şimdi bir de bunu düşün… Senin bunu söyleyeceğin başka konular olduğunu çok iyi biliyorum ama günden güne köreliyoruz, köreldik, köreltiyorlar bizi…

Hepimize hayallerimizin boş olduğu ve gerçekten iyi bir hayat yaşamak istiyorsak üniversite okuyup bir işe girmemiz gerektiği söylendi. Ve hepimiz buna uyduk. Uymuşuz ki ben de buradayım siz de buradasınız, ve önceden doğru hissettiren şeyler artık doğru hissettirmiyor.

Hani önemli olan bir işi severek yapmaktı, çünkü sevilerek yapılan işte başarılı olunurdu ve başarılı olunan her iş para getirirdi? Öyleyse bize neden engel olundu?

“Bi düşünsene ölüp gidiyorsun ve Tanrı sana diyor ki ben seni muhteşem bir keman virtiozu olarak yaratmıştım ama sen bir kere bile keman çalmayı denemedin”

“Tanrım ben denedim, sevdim, hem de çok sevdim! Ama… Ama devam edemedim.”

“İnsan aklındakiyle yaşayıp, yanındakiyle ölür” misali. Artık bu söz anlamlı gelmeye başladı.

“Vazgeçtim ya, bence de böyle daha iyi oldu, en azından bir şeyler garanti artık. Diğer türlü olup olmayacağı belli değildi aynen, iyi ya bunu da seviyorum.”

Şeyi hatırlayanlar var mı peki?

“Üniversite harika bir yer, bolca sosyalleşebilirsin, klüpler oluyor etkinlikler oluyor, öyle çok ders çalışmana da gerek kalmıyor iki tane sınav oluyor sadece, üniversite sınavı gibi değil, hiç stresli değil!

ha?

Arkadaşlar kuyruğu kesik tilkiler her yerde, dikkatli olun. Elbette kuyruğu kesik bir tilki size bunun berbat bir şey olduğunu söylemeyecektir. Ve tabi ki size de kuyruğunuzu kesmeniz için tilkilikler yapacaktır.

Hiçbir zaman hiçbir konuda bir şeyleri iyi gösterirken başka şeyleri kötü göstermeye çalışmam. Bir konuyu ele alacaksam onu tüm artılarıyla ve eksileriyle ele alırım. “Hayatta hiçbir şey kolay değil tabi ki emek vereceksin vs.” Bunları zaten ben bilmesem doğduğum günden beri bu kadar uğraşmam, insanın kendine yapacağı en büyük yatırımın bilgi birikimi ve yaşadıkları olduğunu zaten söylüyorum. Ama var böyleleri, kendi de bilir neyin ne olduğunu, ne anlatılmak istenildiğini, sırf karşıt olmak için konuşur. Buraya kadar okuyup da bu sonucu çıkaran tipler okula vahşi ormanlar çöller ve kutuplardan yolculuk etmiş boomerlar ya da hayatı boyunca zorbalandığı için “giderim iyi değil bari gelirim iyi olsun” diyip iki tebrik alınca elon musk havalarına giren ama gerçek başarılı insanların alçakgönüllü olduklarından bir haber, sırf intikam yemini ettiği için hoca olup üniversitede ona yapılanları öğrencilerine yapmaktan büyük zevk duyma sadistliğini yaşayacak kadar sığ, analitik anlamda gelişmiş ama duygusal ve insani açıdan kıtlar olacağını az çok öngörebiliyorum. Bunları yazan kişi yakın çevrenizde sürekli görüştüğünüz 5 kişinin ortalamasından her zaman daha yüksekti ve hep de öyle olacak. Bunu bilerek okuyun. Yazı henüz bitmedi ama gerçekler acıtınca rahatsız olacaklar elbette olacaktır, onlar okumasınlar. Onlar zaten bizden değil. Daha bahsedilenin ne olduğunu anlayamayanlara ağır gelir böyle şeyler, boşverin. Çevrenizde olursa da laf anlatmaya çalışmayın.

Eğer hayat bir maymun değilsen ama ağaca tırmanman isteniyorsa “ya sen leoparsın ağaca mı tırmanamayacaksın!” deniyorsa,

Elbette tırmanır ama evet biz de tam olarak bundan bahsediyoruz, leopar işte, ağaca çıkmayı zaten yapar ama bundan fazlasını yapabilme POTANSİYELine sahip, ağaca çıkabilse bile, bunun ONU MUTLU ETMEK İÇİN YETERLİ OLMAYACAĞININ farkında. O, ağaçta başarılıdır ama asıl uzmanlık alanı avlanma ve hızdır. yani leopar, herkesin çok çalışsa bile onun kadar başarılı olamayacakları bazı şeylere doğuştan sahip. aynı şekilde, ağaca tırmanmak gibi maymunların uzmanlık alanı olan bir alanda onlar kadar başarılı olamayacaktır.

“Çoğu insan zekaya inanır, ben inanmıyorum! Bizi birbirimizden ayıran emektir, ben çalışmaya inanıyorum.” Aziz Sancar.

Hepimiz farklı yaratıldık, önce bunu bir kabul edelim. Bu yazıda olayın daha kolay anlaşılması için beslenme şekillerinden tutun da fiziksel yeterliliklerine ve habitatlarına kadar birbirinden ayrı olan canlıları ele aldım. Aslında iki aynı tür canlıyı örnek vermek daha doğru olabilirdi. Sevgili Aziz Sancar’ın bu sözüyle aynı fikirde olduğum için leopar yaratılışından ötürü asla maymun kadar atletik olamayacaktır tabi ki. Ama konumuz insan ve çalışmak olduğu için zekanın sadece çabuk anlama tarzında fark yaratacağını düşünüyorum. Yani, örneğin iki insan düşünelim, ikisi de o konuda eşit yeteneğe sahipler ve eşit şekilde ilgi duyuyorlar diyelim, burada biri diğerinden zekiyse belki o şeyi 1 saatte anlayabilir ama ötekinin 1 saat daha fazla çalışması gerekebilir gibi. Burada sizi birinin önüne geçirecek şey kesinlikle çalışmaktır kısacası. Ama burada duydukları ilgi ve yetenekleri eşit tuttum farkındaysanız… Her durumda bu denklem böyle yürümeyebilir yine de. İşte o zaman leopar ve maymun örneğini hatırlayın…

Hayat sizin ne olduğunuzu ve potansiyelinizi hiçbir zaman sorgulamayacak, bu her zaman böyleydi, hala böyle ve her zaman da böyle olacak. Bunu keşfetmesi gereken sizsiniz. En can yakıcı olanı ise leopar olduğunu bilip maymun olmak zorunda kalmak ya da bırakılmak.

Çünkü bize her zaman ağaca tırmanmanın en iyisi olacağı söylendi…

Çünkü bu dünya düzeninde birileri avlanırken birilerinin de av olması gerekiyordu…

Geç ya da değil, bildiğim tek şey -artık- yıllarımı verdiğim ve vermeye devam ettiğim, çocukluğumdan, gençliğimden çok şey götüren ve götürmeye devam eden bu yola bir şekilde girdiğim için, bu şeye bir süre daha sistemin bir parçası olarak devam etmek ve bunu da bu sistemden kurtulmak için geçici bir yol olarak kullanmak.

Bu süreçte kendime olan inancımı kaybetmemek.

Ama bırakacaksanız kim ne der diye size iyi gelmeyen o her ne ise asla düşünmeden bırakın. Yani bir şeyleri bırakmak isteyip de sırf başkalarının sizin hakkında ne düşüneceğinden endişe ettiğiniz için bırakamıyorsanız, unutun gitsin. Hepimiz burada misafiriz. Bir gün her şey bitip gidecek zaten. O güne kadar kendinizi ve hayatınızı bitirmek yerine sizi nelerin mutlu ettiğini bulup kendinize bir şeyler katmaya devam edin. Hiçbir zaman hiçbir şey için geç değildir. Bir tek ölüme çare yok işte, o yüzden hala bir şeyleri düzeltebilirsin. Ama düzeltmek istiyorsan önce kendine karşı dürüst olmanı tavsiye ederim. Kafandaki tüm “kim ne der, ne düşünür” kaygılarından arınarak. Ben uzun süredir olur da bir gün her şeyi tamamen batırırsam ismimi cismimi değiştirip başka ülkenin bir şehrinde yeniden doğmuş gibi yeni sayfa açarım diyorum. Ama sakın hayattan vazgeçmeyin. Herkes sizden vazgeçse bile siz kendinizden vazgeçmemelisiniz; sırf bu yüzden bile. Çünkü siz yitip gittikten sonra başkaları hayatını yaşamaya devam edecek, sevdikleriniz bile 2 gün üzülüp unuturlar olan size olur.

Akıllı olun.


Emojilerle tepki ver!

0
0
0
0
0
0
0

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

tr_TRTR