Yana Yana Karanlıkları Aydınlığa Çıkarma Serisi: Vol 3
Hayatınızda hiç bu hissi yaşadınız mı bilmiyorum ama uzun süre uykusuzluk + yetersiz beslenmenin de bu histe çok büyük bir pay edindiğini düşünüyorum.
Her şey üst üste geldiği zaman, hayatınızı kabusa çeviren o her ne ise, diğer beraberindeki tüm kötülükleri tetikliyor.
Kafadaki “hayat bitti” düşüncesiyle.
İşin ilginci bazı insanlar da da ha çok uyumaya ve daha çok yemeye meyilli oluyorlar.
Depresyonun herkeste bıraktığı etkiler farklı.
Ama sonucu aynı: Kendimize zarar veriyoruz.
Açıkçası iki tip depresyonu da yaşamış birisi olarak, uyku problemli ve beslenememe’li geçen depresyonun kesinlikle daha çok zarar verdiğini söyleyebilirim. Gerçi zaten çok uyuyup çok yediğim dönemde de obez olmadığım için -muhtemelen metabolizmamdan ötürü, istesem de kilo alamıyorum aksine vermeye meyilliyim hep- covid dönemi, mezun senem, üni sınavına hazırlanıyorum, aile evindeyim annemin enfes yemeklerini yiyip şahane bir uyku aktivitesi yapıyorum falan hayatımda tek kilo alabildiğim dönem oldu. (bir de ben ders çalışırken ekstra iştahlı oluyorum da)
Hani çok ağladım çok depresyona girdim cildim berbattı ve dönem dönem yine strese girince bozuluyor ama hiçbir şey beni üniversite kadar etkilememiş, düşününce. Delirmek istiyorsanız ideal bir yer. Hocalar diyordu kafayı kırmadan mezun olamazsınız diye, gerçi benim hep kırıktı da zaten kırık olmayan insanın okuyabileceği bir bölüm, yapabileceği işler değil bence, bence… Demek ki kafam daha tam kırılmamış evet doğru.
Hayatımda ilk kez ne olduğunu anlayamadığım ama beni çok korkutan o şey oldu ve araştırdığımda bunun “derealizasyon” olduğunu öğrendim. Ulan üniversite sen nelere kadirsin bak bunu da yaşattın bize. Tek temennim kronik hale gelmemesi.
Şimdi bu öyle bir şey ki, aslında insanın bilinç durumu yükseldikçe yani ruhsal olarak olgunlaşmaya başlayınca da böyle garip kafalar yaşayabiliyormuş, gerçi bunu ilk yaşadığımda hiç o bilinç düzeylerinde değildim ama şu son zamanlarda uykusuz olmadığımda da hafiften bir derealizasyon yaşadım, bazı overthinksel -insanın kurdu bu meret- problemler.
Ama genel olarak oldu ya yaşadınız, benim gibi korktunuz, kafayı mı yiyorum acaba noluyor falan diye, sonra araştırmaya başladınız, sonra öğrendiniz ki tam olarak sizin yaşadığınız durum, dış dünyanın gerçekliğini kaybetmeye başlaması, yaşadıklarınızın gerçek dışı hissettirmesi, hayatınız, çevrenizdeki insanlar sanki bir simülasyon ya da rüyanın içindeymişsiniz gibi, yaşadığınız hayat sizin değil de bir başkasınınmış gibi, hayattan ve olaylardan kopuk, kendi bedeninize bile yabancılaştığınız o hal.
Peki ne oldu da bu hallere düştük?
Geliyor liste başısı: STRES. Hem de ŞİDDETLİ STRES öyle böyle değil hani.
Aslında bir travma sonucu gibi düşünebiliriz. (bkz: yok kanka ya ne üzülcem dedikten 5 dk sonra)
Önceki yazıda da bahsetmiştim bazen gerçekten o dizilerde filmlerde, gördüğümüz uçaktan düşse de ölmeyen ilahi ana karakter rolümüze kendimizi o kadar kaptırıyoruz ki, aslında bu bir yandan iyi bir şey de olsa -buraya bir yıldız atın, bir sonraki yazımızın konusunu buldum- bazen bazı şeyleri kabullenememeye de itiyor bizi. “Bu nasıl benim başıma gelir, hayır gelemez” diye
Diğer olabilecek nedenler ise şöyle: Anksiyete ve panik bozukluğu, yoğun kaygı durumları, depresyon, beyin kimyasındaki değişiklikler (örn: serotonin, dopamin gibi nörotransmitter seviyelerindeki dengesizlik), epilepsi, migren, hormonal dengesizlikler (örn: özellikle tiroid bozuklukları), uyuşturucu ve alkol kullanımı, ilaç yan etkileri (örn: antidepresanlar, anksiyolitikler veya bazı nöroleptik ilaçlar), kronik yorgunluk (vücudun ve zihnin aşırı yorgun olduğu durumlar gibi, uyku bozuklukları, kronik ağrılar ve hastalıklar, hiperventilasyon, vitamin eksiklikleri (özellikle B12 vitamini eksikliği), disosiyatif kimlik bozukluğu veya disosiyatif amnezlik.
Aslında gördüğünüz gibi zihnimizde ya da beynimizde bir şeyler ters gitmeye başladığında ortaya çıkan bir durum. Bu tarz yazdığım yazılarda, yani bu tarz biz bize serilerinde diyeyim, çok fazla bilgiye boğmak istemiyorum fakat bugün konuştuğumuz konu biraz kritik bir önemde ve işin medikal boyutuna değinmeden edemezdim. Sonuçta bir sorunu çözüme kavuşturabilmek için nedenlerini ele almalıyız önce.
Kısaca gördüğünüz gibi normalde zihnimiz ve vücudumuz birbiriyle senkronize bir şekilde çalışmakta. Bir düzen içerisindeler ve bu düzen bozulduğu anda bir çok sıkıntıyla karşılaşmaya başlıyoruz. Bu derealizasyon durumu da aslında bir taraftan bana travma sonrası beynin kendini korumak için unutma mekanizmasını devreye sokmasını hatırlattı. Belki zihnimiz de aynı şekilde yaşadığımız bir hayal kırıklığı ya da bizi korkuya, dehşete, çıkmaza götüren, canımızı fiziksel ya da psikolojik yakan her neyse bundan korunabilmemiz belki de akıl sağlığımızı kaybetmememiz için beynimizin bizi bir simülasyonda gibi hissettirerek acımızı hafifletme çabasıdır… Bu konuda bilimsel bir yaklaşım var mı henüz bilmiyorum ama bana bunu düşündürdü.
Zihnimiz, ruhsal sağlığımız nasıl hareketlerimizi etkiliyorsa, yani depresyonda bir insanın yapacağı şeyler ne kadar sınırlıysa -depresyon hırkası giyip bütün gün karanlıkta yatmak gibi- YouTube’ta bir psikoloğu izlerken duydum ve gerçekten çok mantıklı geldi, bazen kendimizi yorgun hissediyoruz ve hiçbir şey yapmak istemiyoruz ve sonra bu kısır bir döngüye giriyor ya, onunla ilgili bir videoydu, bu döngüyü nasıl kırabileceğimize yönelik tavsiyelerden oluşuyordu. Buradaki kilit nokta evet, belki ruhsal durumumuz hareketlerimizi etkiliyor fakat kaçırdığımız bir gerçek var ki, bizi asıl döngüye sokan şey hareketlerimizin de aslında ruhsal durumumuzu etkiliyor olması. Etki tepki gibi düşünebilirsiniz bunu. Bu döngüden çıkabilmenin tek yolu da ruhsal durumunuzu değiştiremiyorsanız hareketlerinizi değiştirebileceğiniz ama ikisi o kadar birbirine yapışık ki insanın bazen gerçekten hali olmuyor. Bir şekilde kendinize zaman verip küçük küçük ruhsal durumunuzu değiştirecek adımlar atabilirsiniz, mesela o haldeyken arkadaşlarınızla dışarı çıkmak ölüm gibi geliyorsa, açın bir kitap okuyun, elinizin altında bir kitap olmasını her zaman tavsiye ederim, sevseniz de sevmeseniz de kafanız dağılır. Derseniz ki “yok o bana gelmez” yazı yazabilirsiniz herhalde, alın kağıt kalem dökün içinizi. Anlatacak kimseniz yoksa, ya da “insanların kafasını şişirmeyeyim şimdi dertlerimle” diyorsanız, ya da sizi yargılayacaklarından korkuyorsanız kalem ve kağıt en iyi dostlarınız olabilir. Yalnız bir ortamda kalabiliyorsanız kendi kendinize bile anlatabilirsiniz, yeter ki aşın.
Özellikle bakın, düşünmemeye çalışın demiyorum, unutun da demiyorum çünkü vereceğim en manasız, gereksiz tavsiyeler olur; gerçekleşmesi mümkün olmayacağı için. Mümkün olsa bile, bazen hayat öyle bir yer ki kenara çekilmek istersiniz ama tonlarca sorumluluğunuz vardır erteleme imkanınız yoktur, hatta sadece bir soluklanmak istersiniz ama işten, güçten, koşturmacadan başınızı kaldıramazsınız. Olur ya, hep de böyle zor dönemlerde gelir insanın başına. İşte bazen içinize atmak zorunda kalırsınız. Unutmayın, eğer mecbur değilseniz -ki bence her şey biraz bekleyebilir- içinize atmamaya çalışın, o her neyse onu iyice yaşayıp bitirdiğinizden emin olun aksi takdirde geçmeyecek… Geçmeyecek ve siz içinizde tuttukça büyüyüp büyüyüp günlerinizi mahvedecek. Verimliliğinizi, yaşam kalitenizi etkileyecek. Hiç olmadık yerde patlamalar yaşayabilirsiniz. Bu da olayların daha da büyümesine neden oluyor gerçekten.
Şehirdeki bizler için hayat daha da zor olabiliyor. Tabi her yerin ayrı zorluğu oluyor ama benim buradaki kastım şuydu, doğayla iç içe olamıyoruz, biyolojik ritmimizden beslenmemize kadar, aldığımız hava bile temiz değil. Bütün gün elektrik kaplıyor vücudumuzu, ayağımız taş, toprak, çimen görmüyor. Son zamanlarda şehir hayatını ne kadar sevsem de bunlara o kadar ihtiyaç duyuyorum ki. Biz doğayız, doğaya aitiz ve doğadan uzaklaştıkça doğamız bozuluyor gerçekten. Ben doğayla iç içe olup da morali bozuk olan kimseyi görmedim. İnsan huzura eriyor. Uzun uzun denize bakmak bile öyle keyif veriyor ki…
Düzenli uyku ve düzenli beslenme gibi düzenlş olması ve olmadığında bizi sıkıntıya sokan duumlardan bahsettik. Uyku saatleri de önemli mesela ama yurtdışına çalışan insanlar var, vardiyalı çalışan insanlar var, gece çalışabilen ya da çalışması gereken insanlar olduğu için bunun çok üzerinde duramayacağım hatta bunun gerçekten kişiden kişiye değişebileceğini de düşünüyorum, yani mesela uyku hakkında dikkat ettiniz mi bilmiyorum ama her gün birisi yeni bir şey ortaya atıyor, ben artık neye inanacağımı şaşırdım. Yeterli uyuyun diyeceğim o yüzden sadece.
Düzenli beslenme konusundan da bahsetmek istiyorum biraz.
Son birkaç yıldır temel besin gıdalarımız inanılmaz derecede pahalı ve bir çok insanın iyi beslenmede ciddi sıkıntılar yaşadığını görebilmek pek mümkün maalesef. Bunu bir kenara bıraktığımız zaman sigara ve alkolün de uzun vadede ne kadar zararlı olduğunu da söylemeye gerek yoktur diye düşünüyorum ama içen herkese de saygı duyduğumu belirtmek isterim. Onlar da biraz içmeyenlere saygı duyarlarsa dünya daha iyi bir yer haline gelebilir.
Özellikle çok fazla yapay ve işlenmiş gıda tüketmek gerçekten vücudumuzun dengesini bozuyor biz farkında olmasak bile. İşte kritik şey bu, bizim hoşumuza giden ne varsa maalesef sağlığımızın da çok hoşuna gidecek türden olmuyor. Mesela ben meyve sevmeyen biri olarak ne kadar yararlı olduğunu bilsem de bu konuda kendimi bildim bileli sıkıntılar yaşıyorum. Ama şu bir gerçek ki tükettiğimiz gıdalar da bizi psikolojimize kadar etkiliyor bu yüzden bu konuda da dikkatli olmak zorundayız.
Kamu spotlarımız bittiğine göre yazıya son noktayı koymak istiyorum:
“STRES TÜM HASTALIKLARIN ANASIDIR, uzak durunuz.”
Emojilerle tepki ver!