Herkes Hata Yapar, Kendini Affet, Kendine Sarıl

Yana Yana Karanlıkları Aydınlığa Çıkarma Serisi: Vol 2

Serinin ilk yazısını yayınlamıştım.

Bu seriyle beraber 3 seri daha olacak, “Karanlıktaki Aydınlık”, “Yanlış Yollar, Doğru Sonlar” ve “Geceyle Gündüz Arasında” başlıklarıyla kısaca içeriklerini biraz özetleyeyim isterseniz:

“Karanlıktaki Aydınlık” serisiyle hayatımızda yaşadığımız tüm kötü olaylara rağmen bir şekilde bizi ayakta tutmaya yönelik -biz diyorum çünkü inanın benim de bunlara ihtiyacım var- hatırlatmalar yapmak istiyorum. Ne olursa olsun hayata ucundan kıyısından tutunmaya çalışıp bir şekilde geçmişi geride bırakarak yoluna devam etmek isteyenlerden, her şey bitti dese de inancını toplamak için en ufak neden arayanlara -nereden bildiğimi sormayın (bkz: bir arkadaşım)- kadar ya da hayatından şu an memnun olup da geçmişte yolculuğa çıkıp mutluluğuna cila çekmek isteyenler için güzel bir seri olacağına inanıyorum.

“Yanlış Yollar, Doğru Sonlar” serisi tüm serilerimizin yıldızı diyebilir miyiz? Çünkü sizden gelenleri burada paylaşmak istiyorum. Hayatında tıpkı şu an bir çoğumuzun olduğu gibi “yanlış yolda” olduğunu düşünse de kendini birden bire hayallerini yaşarken bulan insanların, hatta “Tanrı’nın senin için daha iyi planı var” sözünü tam anlamıyla yaşamış olanlar yüreğimize su serpecek. Gerçek hikayelerden yola çıkarak maneviyatımızı daha iyi güçlendiririz. Başkalarının hikayelerini duymak için sabırsızlanan ve buna gerçekten çok ihtiyaç duyan bir çok arkadaşımız olduğunu biliyorum, ben de öyleyim.

“Geceyle Gündüz Arasında” bakın bu da çok kral bir seri olacak. Bu seri ağır melankoli içerir aman diyim baştan uyaralım sonradan sıkıntı çıkmasın. Bu seriyi nerden ilham aldım derseniz, derbederlerin önünde bayrak sallayan kişi olmanın gururuyla söylemek isterim ki, şaka bir yana şükür halimize evrene de fazla kötü mesaj yollamamak lazım -fiyuuvvv anlık yeni seri fikri doğru şu an- enerjiye vs metafiziğe inanan biri olaraktan sırf bu tarz olayların üzerinde duracağımız bir seriyi de ilerleyen zamanlarda düşünebilirim belki.
Neyse konuyu saptırmayayım, bu seride öyle zamanlar olur ki böyle uyuyamazsınız ve saat 1 buçuk 2 gibi kötü düşünceler iyice bastırmaya başlar gerçek overthink gurmeleri bunu çok iyi bilir. Ve işin kötüsü o düşünceler iyice etrafınızı sarınca “sabahlama” olayı gerçekleşir. Bu sabahlamayla beraber dağılan uyku düzen, ve akabinde diğer tüm düzenlerin bozulmasıyla tadınız iyice kaçar. İşte o “geceyle gündüz arası” vaktinde düşünülen, düşüne düşüne aşılan, aşılamayan ne varsa herkesi içini dökmeye bekleriz.

Vol 2 ye geçmeden önce bu seri hakkında önceden hiç açıklama yapmamıştım biraz bundan da bahsedeyim.

Diğer serilerde de bu tarz olur diye düşünüyorum, burada bilinç akışı tekniğini çok fazla kullanıyorum ki zaten direkt aklıma ne gelirse o an onları yazıyorum, önceden bir hazırlık vs olmuyor, yazma anında gelişiyor her şey. Öyle hazırlanacak vaktim de yok, kaldı ki daha samimi bir atmosferin hakim olmasını istediğimden bunun en iyisi olduğunu düşünüyorum.

Bu “Yana Yana Karanlıkları Aydınlığa Çıkarma Serisi” (kısaca YYKAÇS ya da YYKAÇ diyebiliriz gibi, YYKAÇ: Vol 2) de aslında konu olarak diğerleriyle aynı, psikoloji içerikli, sadece kendi yaşadıklarımın, kendi duygularımın ve düşüncelerimin, yer yer eleştirililerimin, samimiyetin hakim olduğu bir seri olacak.

Serileri elimden geldiğince yayınlamaya devam edeceğim.

Ben konuşmayı yazmayı çok seven biriyim o yüzden bunlar bana çok keyifli geliyor. Birilerinin yüreğine dokunmak, umut olmak da benim için önemli. Umarım siz de keyif alırsınız, alıyorsunuzdur.

Diğer yazı çok uzun olduğu için oradan daha fazla devam etmek yerine orada bahsettiklerimi biraz buraya taşıyıp açmak istedim.

Hatalarımız.

Önceki yazı genel olarak ait hissedememe ve bunun getirdiği karmaşa, huzursuzluk duyguları üzerineydi. Kendi potansiyelimizin farkında vardığımız an ve bunu yeteri kadar kullanamadığımızı düşündüğümüzde, bir şeylerin eksik ya da yanlış hissettirmeye başlamasının özüne inmiştim.

Buradaki öz bizi biz yapan özümüzdür aslında. Bu ait olmama duygusunu bize veren şey ise özümüzden uzaklaşmamızdır. Bu mecburi ya da zorunlu olabiliyor bazen.

Değişim güzel şey. Değişimi kabullenmek de belki olgunlaşmanın göstergesidir. Belki de insan, değiştikçe olgunlaşır. Çünkü değişmek, konfor alanından çıkmış bir insanın yaşayabileceği bir durumdur. Hatta bir insan değişmeye karar verdiyse de aynı şekilde onu bu durumdan çıkaran şey konfor alanının ona hiçbir şey kazandırmadığı farkındalığı olmuştur.

Geçen yıl kimdin? Bu yıl kimsin? 2 sene önceki sen, gerçekten “sen” misin?

Kendine sor, kendine bak. Kendini kabul et. Bu sensin. Evet belki öncekiler gibi değilsin. Ama şunu biliyorsun ki özün hep aynı. O asla değiştirilemeyecek. Şimdiki sen aslında, tüm çıplaklığında geldiğin bu dünyada saf duygularının istismarına uğradıkça zırhlarla sarmışsın bedenini, ama içinde o yumuşak sen, o küçük çocuk. O sensin. Onu kimsenin üzmesine izin verme, kendinin de. Zırhınla da güzelsin. Her şey olması gerektiği gibi. Zırhların da senin bir parçan.

Her yıl yeni yılın gelişini arkadaşlarıyla kimimiz gösterişli partilerde, kimimiz hoş sohbetler eşliğinde dışarıda bir akşam yemeğinde, kimimiz evde sevdikleriyle, kimimiz çalışmak zorunda olup yeni yıl heyecanından uzak, kimimiz hayatta olmayan sevdiklerinin fotoğraflarına bakarak, kimimiz hiç tanımadığı ailesini “belki bir gün bulurum ve sonraki yılları hep beraber geçiririz” umuduyla yeni yılı istesek de istemesek de karşılıyoruz.

Çeşit çeşit hayat var değil mi?

Ve zaman su gibi akıp gidiyor…

Her yıl hep denir ya çok kazanç, -nedense her şeyden önce geliyor- başarı, sağlık, mutluluk, aileler bir araya gelsin, küsler barışsın hep birlikte olunsun saire vesaire bla bla ok.

Ama hiç düşünmüyoruz değil mi kendi içimizdeki küslükler ne olacak? Kendimize karşı nasılız? Hep birilerinin bize karşı iyi olmasını bekleriz ya işte ama hiç düşünüyor muyuz mesela acaba ben kendime nasılım?

Kendimize sövüyoruz bakın sövüş tam liste:” allah belamı verseydi de girmeseydim bu topa, salak mıyım ben acaba, ya ben nasıl bir insan oldum, allah kahretsin allahım sen affetsen de ben affedemiyorum kendimi, bıktım yeter artık şu halime bak sevmiyorum kendimi nefret ediyorum bıktım kendimden”

Sana bunları hissettiren ne, lütfen oturup bir düşün.

Bazen gerçekten çok zordur biliyorum birisini bile affedersin ama kendini affedemezsin hatta sırf onu affetmiş olduğun için bile kendini affetmezsin. Bazen birileri sana öyle kötü şeyler yapar ki ama sen – bakın şu sözü çok seviyorum

Yanlış; herkes yapsa bile yanlıştır,
Doğru; kimse yapmasa bile doğrudur.

Yine her şey, insanın kendine dürüst olmasıyla başlıyor.

Hayatında memnun olmadığın şeyler mi var? Evet.
Peki bir şeyleri değiştirmek isteyip de değiştiremiyor musun? Evet, nerden bildin!

Bana kızma ama sen kendine dürüst değilsin.

Ben insanlarda bir kavga veya tartışmadan sonra şuna çok dikkat ediyorum mesela, tartışmada haksız olmasına rağmen haklı olduğunu zannederek sırf konu kapansın diye gönülsüz özür dileyen insanlar var ya, ha bildiniz mi, işte o insanlar duvarla konuşmak gibidir. Sonuç alamazsınız. Gerçekten de duvarla konuşuyorsunuzdur çünkü kendisi ile empati ve dürüstlük arasına bir duvar örmüştür. Ve gelin görün ki o tartışmalar tekrar yaşanır. Cevabı ise çok basit: Yanlışını kabul etmeyen birisi onu tekrar etmeye mahkumdur. imzaaa

Yok ben iflah olmam ben kesin bi daha yaparım.

Instagram’da bir ara imkansız görülen, deney tarzında hesaplar açılmıştı bunlardan biri de birisi eline bir demir almış her gün onu zımparalayarak iğneye çevirmeye çalışıyordu(wow ok), 20. günden sonra pes etmiş. İsabet olmuş biraz sanki. Onu yapmaya bir ömür falan, o da belki.

Şaka değil ama gerçekten bizim de böyle bizi biz yapan bazı yapıtaşı özelliklerimiz var, değiştirmeye kalksak ömrümüzün yeteceğini sanmıyorum. Bazı şeyler gerçekten değiştirilmesi çok zordur bunu çok iyi anlayabiliyorum. Ben de bu yolda hala savaş veriyorum. (bkz: kör olasıca dehb)

Ama olsun varsa aramızda dehbliler onlara da selam olsun, welcome to our superior-high intelligence gang. (bkz: bilim insanlarının yalancısıyım) (bkz: adamlar biliyo yea)

Size bu konuda ufak tavsiyeler verebilirim. Sevmediğiniz özellikleriniz varsa eğer ve değiştirmek gerçekten imkansız görünüyorsa tamamen ortadan kaldırmaya çalışmayın. Bu özelliğiniz muhtemelen size zarar veren bir şey bu yüzden değiştirmek istiyorsunuz ama bu hücrenizden mitokondriyi çıkarıp atmak kadar olasılıksız bir şeyse, etkisini nasıl azaltabileceğinizin yollarını arayın. Daha detaylı anlatacağım bir yazı yazabilirim bununla ilgili ama şimdi şimdi konuyu çok dağıtmamak adına buna çok girmeyeceğim.

Kendini kabul et, kendinle barış, kendini sev.

Hiçbirimiz kusursuz değiliz ki sen neden mükemmel olmaya çalışıyorsun? Olan olmuş zaten bu saatten sonra başkasına nefretin de kendine zarar kendine nefretin de.

Üstünde baskılar var, anlayabiliyorum seni. Bu kadar baskıya, bu kadar lafa söze ikna oluyorsun sen de. Oysa hiç mi yoktu sana bu kadar laf edenlerin kusuru. Epeyce fazla…

En çok da kendineyse yanlışların; yanlış ilişkiler, yanlış arkadaşlıklar, yanlış ortamlar, yanlış kariyer… İnsanın kafası başkasının lafını kaldırmıyor; sen kendi içinde debelenip dururken… Bari onlar biraz anlayışlı olsa. Ya da hiçbir şey yapmasınlar, görmezden gelmelerine razıyız, dert olmasınlar yeter.

Böyle zamanlarda bir de yok mu kendi acısıyla seninkini yarıştıranlar…

“Ohoo o da bir şey mi benim başıma-“

Belki de cidden sadece kötüsünü görünce düzelirsin sanıyorlar.

Yok ama öyle olmuyor, ben daha hiç “Aaa evet haklısın yaa, seninki daha kötü, ben de buna mı üzülüyorum dur seninkine üzüleyim” deyip kendini unutan birini görmedim.

Anca tesadüf bir gazetede haber okuyacaksın, bir yerde birini görüceksin falan, bir şekilde doğal yollarla ulaşması lazım sana, birisi söyleyince sinir bozabiliyor.

Çünkü bazen hepimizin hayatının bittiğine emin olduğu anlar oluyor. Çünkü “Hani biz ana karakterdik, ee ana karaktere bir şey olmazdı hani?” hayal kırıklığını yaşıyoruz… Bu hayal kırıklığı özellikle de “hayat bitti” seviyesinde olan, ciddi buhran, bunalım, depresyon geçiren bir insana en son yapmanız gerekenler listesinde bile olmamalı. Adam gözünü karartmış geleceğini görmüyor kendi acısından yok olmuş sen hala benim de şöyle böyle. Ya belki o da dertleşmek istiyordur, bak o da kötü bir şey yaşamış ama atlatmış o yüzden seni teselli etmeye çalışıyor.

Evet işte. Atlatılıyor demek ki bir şekilde…

Bir yara bile bir günde iyileşmiyor. Elbette ki zaman alacak. Kendine sarıl ve zaman ver.

Yalnız kalmayı istemek en büyük hakkın.

Şunu da çok iyi anlıyorum. İnsan bir müddet sonra sürekli kendini açıklamaya çalışmaktan kafayı yemeye başlıyor. Daha yorucu bir şey yok cidden. Özellikle de karşınızdakiler sizi ısrarla anlamamaya çalışıyorlarsa.

Bazen böyle çok istiyorsun uzaklara gideyim, iyice uzaklara, sessizce durayım, uzaklarda.
Çünkü konuşursan sen de çok kalp kırarsın. Ve öyle bir durum ki bazen insan anlatamadıkça ya da karşındaki anlamadıkça öfkeleniyor.
Sessiz çığlığını duymuyorlar, bağırıyorsun yine duymuyorlar.

O çaresizlik halidir aslında insanı elma kurdu gibi için için yiyen.

İçin için yanarsın, içine attıkça yanarsın.


Emojilerle tepki ver!

0
0
0
0
0
0
0

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

tr_TRTR